6 Aralık 2008

VATANSEVERLİK

Bu vatan Türkün vatanı olduğu için önemlidir. Bu vatan Türkün değilse, olmayacaksa, bu vatanda Türk rahat ve huzur içinde yaşamayacaksa önemi de yoktur demektir. Bizim için değil başkaları için önemli olmuştur. Kalırsak çilehane, ölürsek mezarımız olur ama ne taşı olur ne nişanesi! Bu vatanı ben Türkün vatanı olduğu için severim. Karar makamında olan beyefendiler yabancılarla menfaat ilişkisine girip milleti ihmal edeceklerine, fakir bırakacaklarına milleti ile iş yapsın. Ülkeyi her alanda yabancılara pazarlayacaklarına bu uğurda bedel ödemiş gazilerin, şehitlerin çocuklarına versinler, milletin önünü açsınlar. Onlar bu ülkeyi nakış gibi işlesin. Dün bu milletin babasını, dedesini şehit edenlerle ülkenin kazanımlarını paylaşma konusunda çıkar ilişkisine girenler bunu hiç bir mantıki, siyasi, ilmi etikle açıklayamazlar. Kendilerini ve milleti bir süre kandırabilirler ama devamlı kandıramazlar. Tarihte Türk’e vatan olmuş bazı topraklarda bırakın Türk’ün yaptığı eserlerin olmasını Türklerin mezar taşları bile kalmamıştır. Eğer bu vatan öyle ya da şöyle parçalanacak, tamamı yada bir kısmı elden çıkacak olursa durum ondan farklı olmayacaktır. Bugünkü Ermenistan eskiden Türk toprağı iken, orda ekseriyetle de Türkler yaşarken, bu gün orda yaşayanların devamı olarak bir tane Türk yaşamamaktadır. Mezarları bile yoktur! Katledilerek toplu mezarlara konanlar için bir araştırma yapmak için bile ne gayret, ne bir gündeme getirmek için hareket vardır. Türkiye’de Ermeniler yaşamaktadır ve mali durumları herkesin malumudur. Ne olurdu orda da Türkler yaşayabilseydi de fakir olsalardı. Ne düşünen var, ne söyleyen! Düşünen varsa da ya sesini duyuramaz, ya keserler. Bugünkü Bulgaristan’da da 120 yıl kadar önce çoğunluk olarak Türkler yaşıyorlardı. Şimdi o çoğunluk % 10 lara düşmüştür. Sanıyor musunuz ki bunların hepsi Türkiye’ye göçmüşlerdir! Tarihçi Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi adlı eserde katliam ve göçlerle Türklerin nasıl azınlık yapıldığını açıklamaktadır. Türk’e ait bütün eserler bilinçli olarak yıkılmış, yok edilmiştir. Mezarlar bile yok edilmiştir. Yunanistan’da da aynı şeyler olmuş batı Trakya dışında ki Türkler büyük bir katliama tabi tutulmuşlardır. Batı Trakya ekseriyetle Türk bölgesi olmakla birlikte bugün azınlık durumuna düşmüşlerdir. Mekadonya’da yaşayabilen Türklerin bir kısmı mekadonların, Kosova’dakilerin bir kısmı Sırpların domuz çobanı yapılmıştır. Önce bu vatanın sahibi olan milleti sevmek gerekir. Milletini sevmez, geliştirmezsen, eğitmezsen bu vatanı elde tutamazsın. Milleti sevdikten sonra elbette vatanı da sevmek gerekir. Milleti fakir, gelişmemiş, eğitimsiz, sağlıksız bırakırsan, güçlü olanlar gelir bu vatanı senden fazla sever. Senin bu vatanda yaşayıp yaşamayacağına, yaşayacaksan nasıl yaşayacağına da o karar verir. Sonuç olarak Milliyetçilik ve vatanseverlik genelde yan yana olan kavramlardır. Milletini seviyorsan vatanını da seveceksin. Sadece vatanseverlik bir şey ifade etmez. Bu vatanı Yunan da sever, Ermenistan’da sever, başkaları da sever. Onların sevmedikleri bu vatan değil, Bu vatanın sahibi olan Türk Milletidir! Ben Türk milliyetçisiyim. Bazıları bilinçli olarak milliyetçiliği ırkçılık anlarlar yada anlamak isterler. Milliyetçilik ne ırkçılık ne de kabileciliktir. Millet ve Milliyetçiliğin tanımı bellidir. Böyle olunca ben vatansever olmuyor muyum, ya da vatansever olamam mı? Elbette ki Milletin bağımsız ve hür olarak yaşaması için ona bir vatan gereklidir. Bizim milletimize kastetmiş olanlar da bizim vatanımızı seviyor. Onların hesabı bizimle! Vatanı sevmek fakat, milleti sevmemek diye bir durum olabilir mi? Olursa millet düşmanları ile bir olmak demektir. Sonun da ne vatan kalır ne millet! Kelimelerle sonunda bize hiçbir şey kazandırmayacak zıtlıklar türetmekten ziyade, inatlaşmayı bırakıp milletimizi aydınlatarak vatana sahip çıkmalıyız. Vatanı nakış nakış işlemeliyiz. Bu cennet vatanda refah içinde yaşamanın yollarını bulmalıyız. Ortak pardalarda birleşip, teferruatlarda boğulmamalıyız. Bu konuma birgün mutlaka geleceğiz ama önemli olan geç olmadan, en erken zamanda gelmektir. Bütün ecdadımıza, bize vatanı bırakanlara, Atatürk ve arkadaşlarına vefamızı göstermeliyiz. Yoksa tarih önünde sorumlu oluruz. Gelecek nesiller bizi iyi olarak anmaz, hatırlamaz. Ümitsizliğe kapılmadan Yola devam!.... Size öyle bir yurt aldım ki, ebediyen sizin olacak! Alpaslan Dünya yüzünde, Türk milletinden daha büyük, ondan daha eski bir yurt,ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir. Atatürk


Hakan Hansoy 6.11.2008

3 Aralık 2008

90'lar

Ne günlerdi, ne günler!
Yaz akşamları sohpetler.

Saf kalpler,
Çocukluk ve gençler.

Ne şarkılar söylendi,
Gitarlar, ateş başı, sahil!

Pınar, Hakan, Rafet
Mustafa, Ferda, Demet

Mutluluk bir seksenler de
Bir doksanlar da mı vardı?

Zaman'ı durduramadık!
Çocuklar büyümekten vazgeçmedi!

Her on sene,
Bir dönem!

Giden hiç gelmedi,
Matem tutulsa yeriydi...

Gelenler,
Gidenleri hep arattı!

Derberder olduk
Derbeder...

1 Aralık 2008

Ben Kahraman Değilim...

6 Kasım 1951’de Amerika’nın Sesi Radyosu Haber Ekibi’nin Kore Türk Tugayı’na geleceği öğrenilir. Radyonun amacı Türk Tugayı’nın en kahramanları ile birer röportaj yaparak bu kahramanlar mangasını dünyaya tanıtmak, böylelikle değişik bir habercilik örneği vermektedir.
Radyonun isteği üzerine bölüklere duyurulur. Kısa bir süre içinde her bölüğün, en kahraman askerini seçip bildirmesi gerekmektedir. Organizasyon görevi Yzb. N. Dündar Sayılan’a verilmiştir. Ne var ki Sayılan Yüzbaşı zor durumdadır. Her bölükten aynı cevabı almaktadır:
- Hangi birini gönderelim?
Bir bölük komutanının telefonda söyledikleri ise şunlardır:
- Şu tepeyi al de alalım! İstersen saat tut. Fakat ne olursun bunu isteme.
Yüzbaşı Sayılan’ın “ Geç kalıyoruz. Hala kahramanını gönderemedin ” dediği diğer bir bölük komutanı da şu cevabı verir:
- Tamam... Cepheyi bırakıp bütün bölüğümle geliyorum!
Bölük komutanlarının sitem ateşi altında kahramanların tespiti uzamakta, Tugay Karargâhı’ndan gelen “Ne oldu?” telefonları karşısında Yüzbaşı Sayılan buram buram terlemektedir. Bölük komutanlarının hiçbiri bir askerini diğerine tercih edememektedir.
Son telefon bizzat Tahsin Yazıcı Paşa’dan gelir:
- Evlatlarım hazır mı Yüzbaşım?
Yazıcı Paşa’nın üzülmesini hiç kimse istememektedir. Yüzbaşı Sayılan “Endişe buyurmayınız komutanım” der.
- Bütün gücümle hazırlamaya çalışıyorum.
Sonunda bin bir güçlükle seçilen bir çavuş, iki onbaşı ve yedi er Yüzbaşı Sayılan’ın karşısına dikilirler. Traş olmuşlar, yıkanmışlar, yeni elbise giymişlerdir. Yüzbaşı onlara takılır: - Siz bu kadar yakışıklı mıydınız?
Yüzbaşı Sayılan hepsine görevlerini anlatır. Hiçbirisi aynı kelimeleri tekrar etmeyecektir. Herkes ayrı bir şey söyleyecek sonunda ortaya tam bir metin tek bir anlam çıkacaktır. Birkaç defa da deneme yapılır.
Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Tugay Karargâhı’na hareket edilir. Araç yolda arıza yaptığından biraz geç kalırlar. Tahsin Yazıcı Paşa çimenlerin üzerine oturmuş, kahramanlar mangasını beklemektedir. Radyo muhabirleri de karşısında sıralanmışlardır.
Yüzbaşı Sayılan, ilk konuşma görevini çavuşa vermiştir. O çavuş ki, Bölük Komutanı “Ancak bir kahraman gidecek seçimi size bırakıyorum” dediğinde bütün parmaklar anında O’nu göstermiştir. Amerika’nın Sesi Radyosu’nda ilk olarak işte böyle bir çavuş konuşacaktır.
Ses alma mandalı açılmıştır. Herkes merak ve dikkatle çavuşun konuşmasını beklemektedir. Fakat kahraman çavuşun ağzından bir kelime çıkmamaktadır. Yazıcı Paşa, Yüzbaşı Sayılan’a bakar bir ara. Yüzbaşı’nın yüzü kıpkırmızı olur. Çavuşa sokulup: - Konuş aslanım... der.
Çavuş sapsarı kesilmiştir. Dudakları titremektedir. Parmakları avucunda kenetlenmiş ve konuşamamıştır.
Sıra diğerlerine verilir. En sonunda mikrofon Yazıcı Paşa’ya uzanır. Yazıcı Paşa’nın konuşması bir cümleden ibarettir: - Mehmetçiğin konuştuğu yerde komutanlar susar.
Konuşmalar bitmiştir. Radyo Ekibi cihazlarını toplarken Yüzbaşı Sayılan Sıhhiye çadırına gider. Doktor “Endişe etmeyin” der: - Çavuş kendine geldi.
Başı öne düşmüştür çavuşun. Komutanının yüzüne bakamamaktadır. Çocuk görünüşlü, manalı, tertemiz bir yüzü vardır. Sayılan Yüzbaşı yanına yaklaşır:
- Geçmiş olsun çavuşum... Senin hiçbir şeyden korkmadığını bütün Tugay biliyor. Fakat neden mikrofonun karşısında yıldın?
Hala ürkek bakışlarla komutanına bakar çavuş. O’nun yüzünde uzaklara dalmış gibidir. Yutkunur. “Komutanım” der: - Ben kahraman değilim...
Başını yere yıkar. İçini çekerek devam eder: - İlk mangam ilk hücumlarda yarı yarıya eridi. İkinci mangamla yaptığım hücumlarda dört şehit üç yaralı verdik. Ben yine sağ kalmıştım. Manganın komutanı olduğum için en önde hücuma kalkarım. Bana kurşun değmedi. Kahramanlar şehit oldular komutanım! Onlar beni korudular hep. Asıl kahraman onlarken ben mikrofon karşısında “kahramanım” diye konuşamadım... Konuşamazdım kumandanım. Şimdi üçüncü olarak yenilenen mangaya komuta ediyorum. Gözlerim hepsinin üzerinde. Hepsini canımdan çok seviyorum. Onlara bir şey olacak diye korkuyorum. Sizi yabancılara mahcup ettim. Beni affedin kumandanım. Asıl kahramanlar öldü. Asıl kahramanlar şehit oldu. Onlar oradayken ben nasıl kahramanım diye konuşabilirim kumandanım? Bu bana
ağır gelir.
Kahramanlar mangasının komutanı ağlamaktadır. Sayılan Yüzbaşı eğilir, alnından, ıslak yanaklarından öper Mehmetçiğin.
Mehmetçik komutanına “Emredersiniz Komutanım!” dediği anda kahramanlığın tarifi değişir. Bu iki kelime “ölmek var dönmek yok” manasına gelir.
Kahramanlık, tadını, rengini şeklini Mehmetçikten almıştır. Kahramanlık demek Mehmetçik demektir.
Sayılan Yüzbaşı, o günün kahramanlar mangasını çok aradı. “ Okursanız bana yerlerinizi bildirin ” çağrısı ile yazılar yayımladı. Ses kayıtlarını ta Amerika’da araştırdı. Ama hiçbirisi “ O kahramanlar bizdik ” diye ortaya çıkmadı. Ne kadar isterdim kumandanlarının onları aradığından haberdar olmalarını.
Kahramanlık Mehmetçiğin derisidir, dişidir, tırnağıdır, alnının çizgisidir. Kahramanlık O’nun vücudunun ve ruhunun tabii bir parçasıdır. Bakışı kahramanlıktır, yürüyüşü kahramanlıktır, türküsü kahramanlıktır Mehmetçiğin.
“ Gerçek kahramanlar öldü. Ben yaşıyorum. Nasıl kendime kahraman derim?” diyerek ağlayan Çavuş!
İnsanlığın yüreğinde damıtıldığı Mehmetçik! Asırlara hâkim olmuş muazzam bir kültür ve medeniyeti cümle cümle ifade edebilen büyük sanatkâr!
Sen benim elle tutulan gözle görülen medeniyetimsin. Elle tutulmayan gözle görülmeyen bütün abidelerimi de hissettiriyorsun.
Bu ülke her şeyini kaybetse de tek bir Mehmetçiği kalsa yine dizlerinin üzerinde doğrulup kükrer. Kalkıp ileri atılır. Çünkü bütün mazimiz, toprağımız, eserlerimiz, O’nun yüreğinde istif edilmiş, O’nun yüreğinde yoğunlaştırılmış, atom küçüklüğünde atom gücünde oraya emanet edilmiştir.
Kahramanlar mangasının yiğit komutanı... Güzel Ordu’nun güzel neferi! Zaferler abidesi evladımız. Karargâha gittiğiniz gün topluca çektirdiğiniz resim, binbaşı iken emekli olan Sayılan Yüzbaşı’nın evinde, her zaman oturduğu koltuğun tam karşısında duruyor. Sayılan Yüzbaşı resminize her baktığında senin ıslak yanaklarından öptüğü o günü hatırlıyor. Sonra O’nun da yanakları ıslanıyor. Kim olduğunuzu soranlara “Kore Türk Tugayı’nın Kahramanlar Mangası” diyor. Ardından parmağı ile seni işaret edip “ Bu var ya...” diyor: “ O başkaydı, bambaşkaydı. Manganın komutanıydı...” Daha başka bir şey söyleyemiyor.
Koltuğuna çekilip uzaklara dalıyor.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir
Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir.