14 Mart 2010

Çalışmak Hakkında

“Çok çalışmalıyız!”, “Başarmak için çok çalışmalısın!”, “Yan gelip yatmakla olmaz!”,
“Evde yatacağına git bir işe gir!”,”Çokbilmişlik edersen işini kaybedebilirsin!”, “Boş durduğunu görmesinler!”, “Hep bir şey yapıyormuş gibi görün!”.

-“Gene yan gelip yatıyorsun! Nereye kadar!”
-“Düşünüyorum! Ha yatarak, ha ayakta! Ne değişir?”
-“Ne sanıyorsun? Çok düşününce kafana elma düşecek de keşif mi yapacaksın?!”

Elma düşmez, elma ağcının altında olmaz isen...
Keşif yapamazsın, gerektiği kadar düşünmez isen…

Lakin onların derdi başka! Sorun; birim zamandaki düşünmenin asgari ücret de olsa peşin bir getirisini göremiyor olmaları!

Fikir üreterek çalışmış olmak, yüzlerce yıl öncesinden beri dünyanın pek çok ülkesinde kabul görmüş bir çalışma metodudur! Fakat halka yayılması için kaç yüzyıl gerekir bilemeyiz!


Avcılık ile başlayan insanlığın çalışma yaşamı günümüze kadar çok büyük değişimlere uğramıştır.
Avlanırken bir çeşit macera yaşanır! Yetişmiş bitkilerin yenebilecek kısımlarını toplamak ise daha sakin ve kimilerine göre sıkıcıdır. Tarla sürüp ekmeyi öğrendiklerinde, düzenli yapılacak ve bir süre sonra yine birileri tarafından sıkıcı olarak nitelendirilebilecek bir iş daha bulmuş oldular!
Tabi bu aşamalar aslında ilkel mağara insanlarının gelişmesini düşünürken söylenir! Benim zihnimde de kök salmış ki aklıma ilk bunlar geldi… Hâlbuki öyle bir şey yok! İlahi din diye sınıflandırılan inançlarımıza göre Hz. Âdem ilk insandı ve avcılık, tarım, dokuma yaparak dünya hayatını geçirdi…

Üstelik insanlık ilk günden beri konuşuyor olmalı! Peki hangi lisanı.!? Daha doğrusu o dile en yakın diyebileceğimiz günümüze ulaşan bir dil var mı? Bilinmiyor sanırım…

Konumuza dönelim…

Düzenimiz genel olarak; insanın çocuk yaştan itibaren ‘işe yarama endişesi’ taşır hale gelmesini sağlar!
Birey, bazen aile içinde çeşitli zamanlarda iş görmekle ebeveynlerinin takdirini kazanmaya çalışır.
Bunlar çocukluk döneminde olur. (Gençlik döneminde ise aile dışında herkesin yardımına koşar gibidir..!)

Gencimiz, endüstriyel anlamda bir iş görebildiği gün ‘ilk üretime katılma hazzı’nı tadar…
Bir süre sonra bu tadı almamaya başlar.(Sigarada olduğu gibi…)

Sonraki aşamada iş ortamında/hayatında karşılaşılan sorunların bir seferlik olmadığını, çalıştığı süre boyunca devam ettiğini idrak eder!
Büyüdükçe harcama kalemleri ardı arkasına eklenir. Bu sefer de ücretinin azlığı gündeme gelir. Sömürüldüğünü düşünmeye başlayanlar az değildir. Sosyalizmi benimseme eğilimi gösteren de olur elbette…

-“Zaten ne iş yaptığımız belli değil! Bir oraya bir buraya sürülüp duruyoruz…”

Ortalama patronlarımız, işletmedeki çalışanları, özellikle en alt seviyedeki personeli her işe koşturarak kaynaklarını verimli kullandığını zanneder. Oysa eğitimi ne olursa olsun her insanda zekâ vardır… Çalışanın; en basit monoton bir işi yaparken gerek zorlandığından, gerekse verimi arttırmak için aklına değişik fikirler gelir. Bunlardan bir tanesi bile işe yararsa bir adım ileri gidilmiş olur. Fakat fabrika ortamında sürekli konum değiştiren personel “nasılsa burada geçiciyim.” diyerek ( ya da terslenmekten çekindiğinden) işi kolaylaştıracak fikirleri şefine genellikle anlatmaz! İşletmede kıdem kavramına bir de yaş farkı ile ilgili ‘ego’ eklenince, karakteri olgunlaşmamış şeflere iletilen yenilikçi fikirler genellikle şiddetle geri teper. Demek ki; İnsan Kaynakları açısından daha fazla önem verilmesi gereken konu: yönetici sıfatı taşıyacak kişilerin alt kademeden gelen tekliflere olumlu yaklaşma eğiliminde olmasıdır! Alt kademeden gelen tekliflere şans vermeyen yönetim, sadece işletme için değil aynı zamanda, devletin ilerlemesine karşı duran bir ‘takoz’ gibi olur. (Yeniliğin önündeki her engel ilgili alandaki ortalamanın düşük olmasında pay sahibidir!)

Erdal Demirkıran’ın da tespit ettiği gibi zeki olmak tek başına yeterli değildir. Ortalama zekâ hangi seviyede olursa olsun iş süreçlerinde profesyonel olmayı çözemediysek, bir kişiye birbirinden farklı işleri yığarsak (diğer deyişle insaflı olamazsak) uzmanlaşmada rekabet edemeyiz. Çoğunlukla örnek aldığımız yabancı şirketlerin başarısında bu farkın etkisi büyük olsa gerek..!


Gencimiz;
Neden daha iyi bir konumda olmadığını sorar kendine! Tahsilinin yetersizliğini ilk cevap olarak bulur. Sonra ‘kader’i benimsemek durumunda kalır.
Çevresinde onun gibi mutsuz kişiler vardır fakat nasıl oluyorsa mutlu ve işini severek yapan kişilerde görebiliyor! Buna şaşırarak, nasıl böyle bir şeyin mümkün olabileceğini merak ediyor.
“Sonuçta onların işi de birkaç basit işlemden ibaret! Sabahtan akşama kadar hızlı bir şekilde hep aynı işlemi tekrarlayıp duruyorlar! Bu iş sevilir mi!?”

Sevmek zorunda olmak da var efendim…

İnsanın seri üretim aracı olması elbette pek hoş görünmüyor. Fakat işsiz ve gelirsiz olması ise hiç hoş görünmüyor! Seri üretimden kurtarıldığımızı hayal ettiniz mi hiç!? Bilgi toplumuna dönüşmüş olurduk. Peki, çalışmak zorunda olmaktan kurtarıldığımızı düşünebiliyor musunuz?

Bu fikre alışmaya başlamalıyız. Bir yandan yapay zekâ-robotik ar-ge çalışmaları, bir yandan “gelecekte her türlü fiziksel işleri yapabilecek robotlar olacak” iddiaları varken, bizim gelecekle ilgili hayallerimiz neden buna uygun şekillenmez!?
Kendimizi aşmak mı denir, uzak görüşlü olmak mı..?

(Peki bunun geçiş dönemi nasıl olur!? Dünya çapında eş zamanlı mı, yoksa yerel reformlar ile mi!?)
Her fiziksel işi robotlar yapacağı zaman, mal ve hizmetin taksimi neye göre yapılabilir?

Ben bunu uzun süredir aklıma geldikçe düşünüyordum.
Sanırım komünizmdeki “her aileye, standarda göre toprak verilmesi” gibi bir mal ve hizmetin eşit dağıtımı o zaman da olmayacak!

Sebebi şu;
Neticede devlet mutlaka insanlar tarafından yürütülen-denetlenen işler ile varlığını sürdürecek. Eğer tek dünya devleti olacak derseniz, yine bir devlet olacak sonucu çıkar!
Günümüzdekine göre devlet yapısının pek değişeceğini sanmıyorum.
Demek ki mutlaka insanlar tarafından yürütülmesi gereken kamu görevleri olacağı için birilerinin masa başı da olsa çalışıyor olması gerekiyor! Bu insanlar çalışmayanlara göre üretimden daha fazlasını hak ediyor olacak!

Mal ve hizmet üretimi mutlaka ‘karma ekonomi’ düzeni içinde yürütülecek! Sosyalizmin ve Liberal anlayışın çok olumsuz sonuçlar verdiğini insanlık deneyerek görmüştür.

Sonuçta üretimi gerçekleştiren işletmeler de olacaktır. Her ne kadar aktif işçiler robot olsa da, onların doğru ve organize çalışmalarını sağlayacak yönetim kadrosu insan olmalı!
Üstelik özel şirketlerin kurucuları, ortakları hep daha fazla kazanmak isteyeceklerdir. Şirket kurmaları da, genelde normalüstü gelir elde etme isteği ile ilgidir.
Sonuçta yine ‘para’ kavramından kurtulamadığımızı görüyoruz. (Parayla derdi olanlar bunu halletmenin yolunu aramalıdır…)

Madem üretim oluyor! Madem insan işçilik yapmayacak! Madem insanların küçük bir kısmı çalışıp bütün insanlara yetecek mal ve hizmetin üretilmesini sağlayacak, o halde her insanın bir geliri olmalı ki payına düşenin bütçesini yaparak özgür iradesi ile tüketim yapabilsin!
Bu da kanunlarla belirlenmeli! (Yaşama hakkının devlet tarafından desteklenmesi.)
Günümüzde buna vatandaşlık maaşı denir. Zengince bazı devletler tarafından uygulanmaktadır.(Burada başka sorular sorulabilir. Devletlerin zenginliği neyle ölçülür?
Bu konuda da söyleyeceklerim var. Başka bir yazıda inşallah.)

Çalışanlar hem vatandaşlık hem personel maaşı alacaklar.
Zaten serbest üretim ve ticaret yine olacak! İnsanlar ihtiyaçları için değil, istekleri için çalışacaklar. Bu ikisi ayrıldıktan sonra, ne kadarlık bir aylık gelirin ihtiyaç olduğu yine parlamentoda belirlenir.



Günümüzde “insan neden çalışır?” sorusuna ne gibi cevaplar verebiliriz?!

1- Ailesini geçindirmek/geçimine katkı sağlamak için çalışır.( Yalnız yaşayanlar kendilerini geçindirmek için…)
2- Aslında yeterli bir geliri olduğu halde daha fazla kazanmak için çalışır.
3- Aslında yeterli bir geliri olduğu halde yapacak bir şey bulamadığından, canı sıkılmasın, toplumla kaynaşsın diye (bir iş yerinde) çalışır.
4- Üretime katılma arzusu ile çalışır.
5- Toplum tarafından “Çalışmıyor, gününü gün ediyor! Bir şey ürettiği yok! İşe yaramaz.” gibi olumsuz yaklaşımlara maruz kalmamak için çalışır.

Gördüğünüz gibi ‘sıkıysa çalışma’ dedirtecek sebeplerimiz mevcuttur.

Ne var ki, artık sanatçılar, yazarlar, düşünürler, mucitler, araştırmacılar, kendini arayanlar vs. gibi bir sürü ‘bilgi toplumu insanı’ ihtiyaçları için bile yetecek paraya razı oldukları halde, severek yapacakları faaliyetlerden gelir elde edememekten bunalmış durumda.
Bu sebepten ötürü miras, destekleyici(sponsor) gibi geçim unsuru olanlar dışındaki ‘entellerimiz’, farklı işler ile kazanç peşine düşmektedir.

Şimdilik elimizden bir şey gelmez. Fakat üzerinde durulması gereken konulardan biri de budur. Toplumun dönüşümü için daha fazla düşünmeliyiz.

İnsanların mutsuzluk sebepleri arasında en önemlilerinden biri; severek çalışamamaktır!
İş yüzünden fazla stresle eve dönen kişi, ev halkına genellikle hoş davranmakta başarılı olamaz. Stresini boşaltacak zararsız bir yöntem geliştirememiş insanların aile hayatlarının (çoğunlukla) kötü durumda olduğu görülmektedir.

Son dönemlerde halkımız arasında, “hayatın anlamı çalışmak değildir!” görüşünün hızla benimsendiğini gözlemliyorum.
Değerli yazar ve düşünürlerimizin katkıları ile bunun yaygınlaştığı açıktır. Bu doğrultudaki fikirleri yayanları tebrik ediyorum…

Daha fazla maneviyat, araştırma vs. ile birlikte birbirimizi ön yargı perdesini aşarak dinleyebilirsek çözemeyeceğimiz sorun olmaz inancındayım…

Mutlu bir toplum olmamız dileğiyle…