16 Ekim 2009

Vücut Diline Nasıl Yansıdık!

Bu yazımın tadı tuzu olmayacak. Acı tespitlerimi aktarmaya çalışacağım.
Fakat okuyacağınızın acı olacağını bildikten sonra okumaktan vazgeçebilirsiniz! Okumanızı sağlayacak olan; halimizin ‘bir bakış açısından daha’ değerlendirilmesini öğrenme isteğinizdir.

Yıl 1914. Tarihi tarih yapan Türk milletlinin görkemli eseri Devlet-i Aliyye (Osmanlı) yaşlı ve hasta adam olarak hayat mücadelesi verirken, kendisini haritada paylara bölmüş devletler de harekete geçmiştir.
Hasta yatağındaki adamı dilimleyerek paylaşacaklardır… Lokma büyük olunca kesilmesi de büyük bir meseledir! Öyle ki Birinci Dünya savaşını gerektirmiştir. Savaşa hukuki açıdan kendisi katılmış oldu fakat buna padişah gönüllü değildi. Rahmetli Enver Paşa’nın işiydi. Fakat Atatürk’ün de sonradan yazdığı bir mektupta bu savaşa girmemek mümkün değilmiş! Buradan şu sonuca varılabilir; Enver Paşa Almanlar ile anlaşmasaydı, daha sonradan tezgâhlanacak olaylar ile Padişah savaşa kendi katılırdı. Ya da en azından saldırıda savunma konumunda yer alırdı. Kaçınılmaz bir olay olduğunu inkâr eden yok demek!
Pek çoğunuzun az çok bildiği yaklaşık dört yıllık bir süreçte ilk hedeflerini gerçekleştirdiler. Osmanlı, (bir oldubitti ile) Sevr’i imzaladı.

Ne hikmetse, seferberlik ilan edildikten sonra yurdun pek çok yerinde çeşitli salgın hastalıklar baş gösterdi! Devlet maddi açıdan kötü durumdaydı. Seferberlik ile halktan büyük vergiler alındı! Sefalete giden ilk adımlar atılmak zorunda kalınmış! Bağdat’tan Edirne’ye kadar nice vilayet salgın hastalık ve sefaletten inlemeye başlamış!
Rusların işgal ettiği yerlerdeki halkın bir kısmını Sibirya’ya sürdüğü bir kısmını da Ermeni çetelere teslim ettiği biliniyor! Ermeni çetelerin yaptığı işkence ve katliamlar da biliniyor! Rakam verip daha fazla moral bozmak istemiyorum. Hem siviller hem ordu birlikleri bulaşıcı hastalıkların pençesindeydiler. Doktorlar da orduya alındığı için memlekette sivillerin tedavisi tam anlamıyla çıkmaza girmiş. Halka en çok verilen şey tavsiyeler imiş! Aşı da kıt olduğu için önce görevliler aşılanıyormuş…

Günümüzde bir salgın olduğunda bunun başka bir devletin işi olduğunu düşünürüz ya! Acaba o zamanki salgınlarda da bu ihtimal var mıdır?!

Tüm bu kâbuslar ile yıkılan bir devletin halkı “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek son canı, son kanıyla düşmanla çarpışmaya kalkışır ve yeni bir devlet kurar!
İşte, destan yazmaya devam eder bu millet! Devleti yıkmakla yetinmeyecek, İslam’ı ve Türkleri Anadolu’dan silmeye azmetmiş çakal sürüsü gerekli bedeli ödeyerek bunun mümkün olmadığını görür… Allah’ın bir lütfü olarak millet liderine kulak verir. Onunla bütünleşir ve olmaz denileni oldurur…

Mustafa Kemal Atatürk’ün hem savaşta hem savaştan sonra bu millet ile neler başardığını dünya şaşkınlıkla izledi! O dönemlerde çekilmiş görüntüler bu günlere ibretlik olmuştur!
İzlemişsinizdir! ABD’nin büyük elçisi Atatürk ile yan yana ve kamera karşısında! Önderimiz konuşurken büyükelçi vücut hareketlerini ona göre ayarlıyor! Elini kolunu onun gibi tutmaya çalışıyor!
Gurur okşayıcı bir manzara değil mi!? Aradan 80 küsur sene geçer ve Cumhuriyetimizin Başbakanı aynı devletin başkanının yanında kameralar karşısında onun hareketlerini taklit eder...!
İşte eziklik hissi! Mesele toprak büyüklüğü veya zenginlik olsaydı Atatürk de başkasının vücut dilini takip ederdi! Demek ki bunlar değil! Bağımsız ve kendinden emin bir devlet bırakmıştı Atatürk. Şimdi geldiğimiz nokta korkunç… Utanç verici!

Söylenenlere göre Amerika’ya avuç açmamız Adnan Menderes ile başlamış! Başlamış da neden bitmemiş!? O başbakan asılmıştı! Özellikle Amerika lehine bir çeşit vatan hainliği yapma ithamı ile… Sonraki başbakanların hiç böyle bir suçu olmadıysa neden hala Amerika bizim devletimiz için de bir yönlendirici konumundadır! Madem NATO vasıtası ile üye ülkelere üslerini kurmuş, neden hala bu düzen ve sessiz işgal devam ediyor! Neden bizim başbakanımız Amerika’nın Ortadoğu ile ilgili emellerinin ‘Eş başkanı’ olmakla övünüyor! Rahmetli Bülent Ecevit de öfke uyandıran gaflar yapmıştı ama gelen gideni nasıl da arattı!

Düzeltmek ve telafi etmektir marifet! Neden bizim mevcut iktidarımız telafi etmek ve düzeltmek yerine, satarak, olmayacak açılımlar yaparak kolaya kaçıyor!? Kolaycılık!

Ya da vatan hainliği! İkisinden biri! İkisini de istemiyoruz değil mi!?

Başka devletlerin kuklası olmaktan ne zaman kurtulacağız dersiniz!?

Kimine göre herkes bilinçlenip siyasi kararlarını vermeli! Kimine göre siyaset boş iş!

Hâlbuki devletin yönetimi gemi yönetimi gibidir. Kaptanı doğru seçmeli ve denetlemeli ki verdiği emirler ile geminin batmasına yol açmasın! Bu seçme ve denetleme meselesi siyasetle ilişkilidir.
Siyasetten kaçmakla kukla olmaktan kurtulacağımızı hiç sanmıyorum!

Allah sonumuzu hayır etsin…