7 Temmuz 2010

Kader Nedir?

1. Bölüm

Ezeli ve ebedi tek varlık olan Allah (c.c) dilediğini yaratandır. Hiçbir şey yaratmadan önce ondan başka bir varlık yoktu. Gücüne ve hikmetine saygı gösterecek, övecek, şükredecek varlıklar diledi. İlk yarattığı an bir çeşit milat gibi düşünülebilir. Çok sayıda melekler kendisine sürekli secde halindedir. (Rükû, kıyam…)
Fakat hür irade ve bilinç sahibi varlıklar da dilediği için iblisi, insanları ve cinleri yaratmış.(bizim bildiğimiz hür irada sahibi topluluklar.)

Fakat hür irade sahibi varlıkları topluluklar halinde kendisine kulluk etmesi meselesinde, meleklerden ve iblisten farklı bir perspektif ortaya çıkıyor. Yaratacağı varlıklar hem ona kulluk edecek, hem de kendi ruhundan, bilinçli varlıklar olacakları için Allah’a dost da olabileceklerdir. Sonsuzlukta bilinç sahibi dostlar… Yalnızlık Allah’a mahsustur. Fakat insanları ve cinleri yaratarak, kendi yalnızlığında bir değişiklik yapmıştır. Kendisine benzemeyen dostları olacaktır. Rahman ve Rahim olan Allah, bu dostluğun ve kulluğun değerini arttırmak için evreni ve dünya hayatını uygun görmüştür.

Varlığını sorgularken, yaratıcının kendisini neden zorluklarla dolu dünyaya gönderdiğini, neden cennete koymadığını soracak kullarına cevapları hazır etmiştir.

İlk insanlar olan Âdem ve Havva hayatlarına cennette başladılar! Tam da beklediğimiz gibi… Elbette bir tek onlar orada gözlerini açtı. Biz ise onların soyundan geldiğimiz için sürecin bir parçası olarak Dünyalı olduk.

Hür iradenin ateşten gömlek gibi olduğunu, şeytana ilk aldanışında idrak eder insan…
Yaratıcının emrinin dışına çıkmanın bedelini cennetten çıkarılarak öder…
O andan itibaren her şeyin bedelini ödemek durumunda kaldık…

Allah-ü Teala insanı, dünyayı hak edecek şekilde ve dünyada cenneti hak edecek şekilde yaratmıştır. Kaderimizdeki dönüm noktalarından biri cennetten çıkıştır. Bu sadece bir günah değil, büyük bir tasarımın adil bir süreç olarak işlemesidir.
Kulluğun akıl ve hür irade sahibi varlıklar tarafından, dünya hayatı gibi cennete göre zorluklarla dolu bir süreçte eda edilmesi ile manevi açıdan değeri yüksek olmaktadır.

Cennetti ödül, dünya hayatını ise imtihan ve ibadet yeri olarak takdir etmiştir Rabbimiz.



2. Bölüm

Kader meselesi, toplumumuzda tartışma konusu olmaya uzun zamandır devam etmektedir. Eskiden bunun tartışması yapılmıyordu belki. Eski derken Anadoluda Ahmet Yesevi erenlerinin dönemi ve sonrasındaki birkaç yüzyılı kast ediyorum. Allah dostlarının etrafına dergâh, tarikat düzeni içinde toplanan insanlar güçlü bir kaynaktan her türlü dini sorulara tatmin edici cevaplar alıyorlardır… Daha önemlisi bu tür konularda her kafadan bir ses çıkmıyordur. Danışılanlar arasında önemli ihtilaflar olmuyordur…

Günümüzde ise hem İslami ilimlerde sivrilmiş hocalardan, hem de konuyu saf felsefe açısından değerlendirenlerden farklı yorumlar duyabiliyoruz. Hiç ilmi olmayanlar, kişisel gelişim ‘öğüt verenleri’ de kader kelimesini sloganlarına katmışlardır.
Öyle bir konu ki ayrıntılara girdiğiniz ilk anda paradoksta buluyorsunuz kendinizi…
Hiç de bir cümleyle özetlenecek kavram değildir ‘kader’! Anlaşılan bu günkü tartışmalar, kısaca özetleme alışkanlığının bir sonucudur. Din eğitiminin okullarda haftada bir saat olması, kuran kurslarının yetersizliği ve çoğunlukla çocuk yaşlarda gidilmesi gibi pek çok sebep eklenebilir…

Zanlar ;

1) İnsan kaderi üstünde çok belirleyici(tamamen), verdiği kararlar ile yaşayacaklarını, mevkisini etkileyebilir.
O halde;
Hz. Âdem (a.s) yasak meyveye dokunmamış olsaydı dünyaya gönderilmezdi! Yani hiçbir emri çiğnememiş olsaydı! O halde evren yaratılmazdı veya evrende insan olmazdı! Sizce bu mantıklı mı!?

Bence değil. Bu önerme yanlış.

2) İnsanın kaderi, sadece belli başlı konularda belirlenmiştir. Belirlenmemiş pek çok ayrıntı vardır ve biz hür irademizle bu konularda tercihlerde bulunuruz.


Kelebek etkisi veya domino etkisi kavramlarını biliyorsunuzdur. Bize basit ve önemsiz gibi görünen bir tercih, önemli olayları tetikleyebilir. İkinci önermemiz kaderin sadece önemli olayları kapsadığı şeklindedir. Doğum, ölüm, evlilik, savaş vs… Bunlar önemli olsa gerek!
A şahsının ölüm saati kaderde bellidir. A şahsı intihar saldırısı gerçekleştirecek. Vücuduna yerleştirilmiş bir bomba var. Bir butona basınca bomba patlayacak. Ölüm anına 1 saat kaldığını varsayalım. Patlama anında ölecek 20 kişi daha vardır. Şehirde bir sokakta yaya olarak ilerlemektedir. Birisi ihbar etmiştir. Sivil polisler şüpheli aramaktadır. Bir sivil polis A şahsından şüpheleniyor. Yanına yaklaşarak, rozetini gösteriyor ve üstünü aramak istediğini söylüyor. A şahsı panik oluyor ve butona basıyor.

Ölüm anına 1 saat var!

A şahsının ölmemesi için sistemin çalışmaması gerekir. Bomba patlamayacak. Peki, 1 saat sonra intihar bile edebilse, aynı anda ölmesi gereken 20 kişi için ne diyeceksiniz. Muhtemel olay yerinde bir tüp patlaması olursa, işyeri veya evi dağılmış birileri olacak.(Sokağa uçak düşerse yine aynı sorun) Kaderde bu yoksa! Yoksa böyle bir şey olmayacak! Aynı yerde olan bu yirmi kişiyi öldürün ve sadece kaderde zarar görmesi gereken yerler ve kişiler zarar görsün. Senaryolar çoğaltılabilir.

A şahsının bombayı patlatabilmesi, kaderi doğrudan ilgilendirir. Eğer Allah bunun olmasına izin verdiyse, bu olur! Çünkü ecelleri bu olaya bağlanmış insanlar var. Dükkânları hasar görecekler var. Bunların zamanı tam olarak bellidir.

İslam’da kader ve kaza vardır. Allah’ın olmasını istediği şeyler kaderdir. Bunların yan etkilerine kaza denir. Kazaların gerçekleşmesi ise yine Allah’ın onayına tabidir.

O halde her şey Allah’ın takdiridir. Kısmet kelimesini bu takdirin kısımları için kullanırız. -”Bize de bu kısmetmiş!”
Bombanın 1 saat sonra patlaması takdir edilmiş ise sivil polisin gözüne bu adam iliştirilmez! Görse de hislerine etki edilir ve ondan kuşkulanmaz. Kuşkulansa da arkadaşı başka birine dikkat çeker. Onlar onu süzerken, A şahsı sokak değiştirmiş olabilir ve bizim polis, şahsı gözden kaçırmış olur. Kalabalıkta araması zaten güçtür. Bu güçlük gerekirse Allah tarafından arttırılır…

Allah bu bombanın patlama saatini takdir ettiyse, patlamayı ve zamanını ondan başkası durduramaz/değiştiremez!

Hz. Musa (a.s) ve Hz. Hızır (a.s)’ın kıssasını hatırlamanızı rica ediyorum.

Önemsiz gibi görünen olaylar, önemli olayları etkileyebildiği için onlar da gelişigüzel gerçekleşmez. Rahman, kaderi gerçekleştirmek için insanları yönlendirir. İlham verir, çeşitli hevesler uyandırır, olaylar yaratır, tercihlerimizi kaderi değiştirmeyecek şekilde kullanmamızı sağlar.

Hür irade yönlendirilmektedir.

Bu durumda ikinci önerme(doğruluk payı olsa bile) tek başına kaderi açıklamaya yetmiyor.

3) İnsan hiçbir şey yapmasa da başına gelecek olan başına gelir. Her şey kaderdir.
Hür irade varsa bile kader açısından bir önemi yoktur.

İlk cümle doğru fakat insan hareket etmek zorunda bırakılmıştır. Ortalama sağlıklı insan yemek için, tuvaletini yapmak için, giyinmek ve barınmak için hareket etmek zorundadır. Sadece en gerekli hareketleri bile yapsa kaderin argümanı/dişlisi olarak iş görecektir. Bunu yapmaya çalışanlar çok azdır. “Gölge etme başka ihsan istemez!” sözüyle Kınıkçıları hatırlarız. “Azıcık aşım, dertsiz başım!”’ın ileri dereceleri…
Kimseyi umursamayan ve hiçbir şey yapmamayı benimseyen, güneşli bir günde yere uzanmış adamın başına imparator dikilmiş! Kaderin cilvelerinden biri…

İlk cümleyi destekleyen bir örnek olabilir bu! Hiçbir şey yapmasan da imparatorun ayağına geleceği varsa gelir! Bu adamlar hayatta kalmak için gerekli en az hareket dışında bir şey yapmamakla meşhur olmuşlar! Bu da normalden çok dikkat çekici bir şekilde farklı bir tavırdır. Normal insanların dikkatlerini çekmişler ve bu şekilde zincirleme bir etki ile söz konusu olay gerçekleşebilmiş.

İkinci cümle:”Her şey kaderdir!”
Bunu yukarda açıklamıştık. Kader ve kazalar ile birlikte her şey Allah’ın takdiridir.

Geldik en hassas konuya! Hür iradenin kader açısında önemine!


Rabbimiz, hür iradeye sahip olduğumuzu bildirdiğine göre, hür iradeye sahibiz. Fakat kaderi, hayatı anlamaya çalıştıkça öğrenebileceğimiz şeyler vardır. Çeşitli ilimleri insan keşfederek öğrenir ya da bu bilimler var olur. Burçların farkında olanlar bunun büyük bir ilim olduğunu idrak edebilir. Burçların batıl olduğunu düşünenler ise bu ilimden ve muhtemel faydalarından yoksun kalırlar. Kaderi anlama çabasını da ilim olarak değerlendirebiliriz. Kaderin çok kapsamlı olduğuna inananlar ve “ o kadar da değil” diyenler arasında benzer bir fayda farkı vardır diyebiliriz. Kişisel ve genel olayları kader açısından değerlendirenler Allah’ın kendilerine açacağı kapılar için sabrederler.
Kaderi gözetmeden yaşayanlar ise genellikle daha fazla hüsran yaşarlar. Bazıları ise bulundukları yüksek makamları ve başarılarını tamamen kendilerinden bilirler. İşte bu gafilliktir.

Kendimizi çok güçlü görmek hatadır. Yapacağımız tercihlerle her şeyi değiştirebileceğimizi düşünmek yanlıştır.
Hür iradenin en önemli işlevi iyi ve kötü arasında tercih yapabilmektir. Safınızı belirlemekte özgürsünüz. Hayat, insanların gelişigüzel yaşamaları için var değildir. Bu açıdan bize sunulmuş bir şerit vardır. Herkes için ayrı bir yol. Doğayı, çevremizi ne kadar etkileyebileceğimiz bellidir. Aşamayacağımız bir bendimiz vardır.

Birinci bölümü tekrar okumanızı rica ederek esenlikler diliyorum…

Veliamca Group Personel Arayışı

Üniversitelerin ilgisiz bölümlerinden mezun
Askerlikle kovalent bağı olmayan
30’a merdiven dayamış
Özgüvenin ne olduğunu bilmediği halde ona sahip olan
Üçün beşin hesabını yapmayıp, “ne verirseniz eyvallah!” diyen
Giyimine özen gösteren (geyvari modacılardan olmamak şartıyla)

Gerektiğinde telefonlara bakacak, müşteri ilişkileri kem kümün yanında
Okeye dördüncü olabileceğine inanan!

Takım çalışmasına yatkın (Malum, ofiste angarya işler olur. Bunları personel kendi
içinde halleder.)

Resmiyet ile samimiyet arasındaki ince çizgiyi bir türlü denk getiremeyen
Vur denildiğinde öldüresiye dalan bir takım arkadaşı arıyoruz.

Görev tanımı: Şirketimizin imaj yönetimi stratejisi doğrultusunda aldığımız karar gereği, ne kadar çok personel o kadar büyük ve güvenilir şirket imajı felsefesi gereği; ortalıkta dolaşacak, gözüne ilişen çöpleri toplamaya tereddüt etmeyecek, kendinden başka en az iki personelin çay ve pisküvi tedarikini üstlenecektir. Olası tahsilat sorunlarında, şirket adına atılgan davranılması gerekecektir.

İlgilenen adayların panik etmeden, iyi düşünmeleri ve karar verdiklerinde facebook’taki sayfamızdan cv’lerini göndermeleri rica olunur.

Ref: IŞVARDIDAÇALIŞMADIKMI

26 Nisan 2010

Trafikte Egzoz Dumanı ve Mevzuatlar

Yenilenebilir enerji konusunda yatırımlar ve teknolojik gelişmeler artarken, hatta hiç bir girişe ihtiyaç duymadan enerji üreten sistemler geliştirilirken,

otomobil üreticileri de elektrik motoruyla veya hidrojenle çalışan araçlar geliştirmekte ve satmakatadır.

Yollarda, şehirlerde egzoz dumanından rahatsızlık duyduğumuz ve sağlığımıza zararlı olduğu açıktır...

Ayrıca fosil yakıtla çalışan araçlar elektrik motorlulara göre daha gürültülü olur.

Avrupada elektrikli araçlar kullanılmaktadır.

Ne var ki ülkemizde konuyla ilglil mevzuat hala bulunmamaktadır.

Bazı firmalar hükümetle konuyu görüşmekteler fakat süreç hantal görünmektedir.

Mevzuat ne zaman çıkıp, uygulanmaya başlayacaktır?

Mevzuatın kapsamı ne olacaktır?

Bize her türlü elektrik motoruna ve her türlü elektrik kaynağına izin veren mevzutlar gereklidir.

Konuyla ilgili ne kadar geniş kapsamlı yasalar çıkarılırsa, elektriğe geçiş o kadar hızlı olur!

Böylece çevre ve sağlık açısından olumlu adımlar atılmış olacaktır.

Gerekirse imza toplamalı ilglililere sunmalıyız.

Halk çağdaş gelişmeler adına, yasaların daha hızlı çıkması için meselelerin takipçisi olmalıdır.


http://www.otomobilhaberleri.net/haber/133-elektrikli-arabalar.html

14 Mart 2010

Çalışmak Hakkında

“Çok çalışmalıyız!”, “Başarmak için çok çalışmalısın!”, “Yan gelip yatmakla olmaz!”,
“Evde yatacağına git bir işe gir!”,”Çokbilmişlik edersen işini kaybedebilirsin!”, “Boş durduğunu görmesinler!”, “Hep bir şey yapıyormuş gibi görün!”.

-“Gene yan gelip yatıyorsun! Nereye kadar!”
-“Düşünüyorum! Ha yatarak, ha ayakta! Ne değişir?”
-“Ne sanıyorsun? Çok düşününce kafana elma düşecek de keşif mi yapacaksın?!”

Elma düşmez, elma ağcının altında olmaz isen...
Keşif yapamazsın, gerektiği kadar düşünmez isen…

Lakin onların derdi başka! Sorun; birim zamandaki düşünmenin asgari ücret de olsa peşin bir getirisini göremiyor olmaları!

Fikir üreterek çalışmış olmak, yüzlerce yıl öncesinden beri dünyanın pek çok ülkesinde kabul görmüş bir çalışma metodudur! Fakat halka yayılması için kaç yüzyıl gerekir bilemeyiz!


Avcılık ile başlayan insanlığın çalışma yaşamı günümüze kadar çok büyük değişimlere uğramıştır.
Avlanırken bir çeşit macera yaşanır! Yetişmiş bitkilerin yenebilecek kısımlarını toplamak ise daha sakin ve kimilerine göre sıkıcıdır. Tarla sürüp ekmeyi öğrendiklerinde, düzenli yapılacak ve bir süre sonra yine birileri tarafından sıkıcı olarak nitelendirilebilecek bir iş daha bulmuş oldular!
Tabi bu aşamalar aslında ilkel mağara insanlarının gelişmesini düşünürken söylenir! Benim zihnimde de kök salmış ki aklıma ilk bunlar geldi… Hâlbuki öyle bir şey yok! İlahi din diye sınıflandırılan inançlarımıza göre Hz. Âdem ilk insandı ve avcılık, tarım, dokuma yaparak dünya hayatını geçirdi…

Üstelik insanlık ilk günden beri konuşuyor olmalı! Peki hangi lisanı.!? Daha doğrusu o dile en yakın diyebileceğimiz günümüze ulaşan bir dil var mı? Bilinmiyor sanırım…

Konumuza dönelim…

Düzenimiz genel olarak; insanın çocuk yaştan itibaren ‘işe yarama endişesi’ taşır hale gelmesini sağlar!
Birey, bazen aile içinde çeşitli zamanlarda iş görmekle ebeveynlerinin takdirini kazanmaya çalışır.
Bunlar çocukluk döneminde olur. (Gençlik döneminde ise aile dışında herkesin yardımına koşar gibidir..!)

Gencimiz, endüstriyel anlamda bir iş görebildiği gün ‘ilk üretime katılma hazzı’nı tadar…
Bir süre sonra bu tadı almamaya başlar.(Sigarada olduğu gibi…)

Sonraki aşamada iş ortamında/hayatında karşılaşılan sorunların bir seferlik olmadığını, çalıştığı süre boyunca devam ettiğini idrak eder!
Büyüdükçe harcama kalemleri ardı arkasına eklenir. Bu sefer de ücretinin azlığı gündeme gelir. Sömürüldüğünü düşünmeye başlayanlar az değildir. Sosyalizmi benimseme eğilimi gösteren de olur elbette…

-“Zaten ne iş yaptığımız belli değil! Bir oraya bir buraya sürülüp duruyoruz…”

Ortalama patronlarımız, işletmedeki çalışanları, özellikle en alt seviyedeki personeli her işe koşturarak kaynaklarını verimli kullandığını zanneder. Oysa eğitimi ne olursa olsun her insanda zekâ vardır… Çalışanın; en basit monoton bir işi yaparken gerek zorlandığından, gerekse verimi arttırmak için aklına değişik fikirler gelir. Bunlardan bir tanesi bile işe yararsa bir adım ileri gidilmiş olur. Fakat fabrika ortamında sürekli konum değiştiren personel “nasılsa burada geçiciyim.” diyerek ( ya da terslenmekten çekindiğinden) işi kolaylaştıracak fikirleri şefine genellikle anlatmaz! İşletmede kıdem kavramına bir de yaş farkı ile ilgili ‘ego’ eklenince, karakteri olgunlaşmamış şeflere iletilen yenilikçi fikirler genellikle şiddetle geri teper. Demek ki; İnsan Kaynakları açısından daha fazla önem verilmesi gereken konu: yönetici sıfatı taşıyacak kişilerin alt kademeden gelen tekliflere olumlu yaklaşma eğiliminde olmasıdır! Alt kademeden gelen tekliflere şans vermeyen yönetim, sadece işletme için değil aynı zamanda, devletin ilerlemesine karşı duran bir ‘takoz’ gibi olur. (Yeniliğin önündeki her engel ilgili alandaki ortalamanın düşük olmasında pay sahibidir!)

Erdal Demirkıran’ın da tespit ettiği gibi zeki olmak tek başına yeterli değildir. Ortalama zekâ hangi seviyede olursa olsun iş süreçlerinde profesyonel olmayı çözemediysek, bir kişiye birbirinden farklı işleri yığarsak (diğer deyişle insaflı olamazsak) uzmanlaşmada rekabet edemeyiz. Çoğunlukla örnek aldığımız yabancı şirketlerin başarısında bu farkın etkisi büyük olsa gerek..!


Gencimiz;
Neden daha iyi bir konumda olmadığını sorar kendine! Tahsilinin yetersizliğini ilk cevap olarak bulur. Sonra ‘kader’i benimsemek durumunda kalır.
Çevresinde onun gibi mutsuz kişiler vardır fakat nasıl oluyorsa mutlu ve işini severek yapan kişilerde görebiliyor! Buna şaşırarak, nasıl böyle bir şeyin mümkün olabileceğini merak ediyor.
“Sonuçta onların işi de birkaç basit işlemden ibaret! Sabahtan akşama kadar hızlı bir şekilde hep aynı işlemi tekrarlayıp duruyorlar! Bu iş sevilir mi!?”

Sevmek zorunda olmak da var efendim…

İnsanın seri üretim aracı olması elbette pek hoş görünmüyor. Fakat işsiz ve gelirsiz olması ise hiç hoş görünmüyor! Seri üretimden kurtarıldığımızı hayal ettiniz mi hiç!? Bilgi toplumuna dönüşmüş olurduk. Peki, çalışmak zorunda olmaktan kurtarıldığımızı düşünebiliyor musunuz?

Bu fikre alışmaya başlamalıyız. Bir yandan yapay zekâ-robotik ar-ge çalışmaları, bir yandan “gelecekte her türlü fiziksel işleri yapabilecek robotlar olacak” iddiaları varken, bizim gelecekle ilgili hayallerimiz neden buna uygun şekillenmez!?
Kendimizi aşmak mı denir, uzak görüşlü olmak mı..?

(Peki bunun geçiş dönemi nasıl olur!? Dünya çapında eş zamanlı mı, yoksa yerel reformlar ile mi!?)
Her fiziksel işi robotlar yapacağı zaman, mal ve hizmetin taksimi neye göre yapılabilir?

Ben bunu uzun süredir aklıma geldikçe düşünüyordum.
Sanırım komünizmdeki “her aileye, standarda göre toprak verilmesi” gibi bir mal ve hizmetin eşit dağıtımı o zaman da olmayacak!

Sebebi şu;
Neticede devlet mutlaka insanlar tarafından yürütülen-denetlenen işler ile varlığını sürdürecek. Eğer tek dünya devleti olacak derseniz, yine bir devlet olacak sonucu çıkar!
Günümüzdekine göre devlet yapısının pek değişeceğini sanmıyorum.
Demek ki mutlaka insanlar tarafından yürütülmesi gereken kamu görevleri olacağı için birilerinin masa başı da olsa çalışıyor olması gerekiyor! Bu insanlar çalışmayanlara göre üretimden daha fazlasını hak ediyor olacak!

Mal ve hizmet üretimi mutlaka ‘karma ekonomi’ düzeni içinde yürütülecek! Sosyalizmin ve Liberal anlayışın çok olumsuz sonuçlar verdiğini insanlık deneyerek görmüştür.

Sonuçta üretimi gerçekleştiren işletmeler de olacaktır. Her ne kadar aktif işçiler robot olsa da, onların doğru ve organize çalışmalarını sağlayacak yönetim kadrosu insan olmalı!
Üstelik özel şirketlerin kurucuları, ortakları hep daha fazla kazanmak isteyeceklerdir. Şirket kurmaları da, genelde normalüstü gelir elde etme isteği ile ilgidir.
Sonuçta yine ‘para’ kavramından kurtulamadığımızı görüyoruz. (Parayla derdi olanlar bunu halletmenin yolunu aramalıdır…)

Madem üretim oluyor! Madem insan işçilik yapmayacak! Madem insanların küçük bir kısmı çalışıp bütün insanlara yetecek mal ve hizmetin üretilmesini sağlayacak, o halde her insanın bir geliri olmalı ki payına düşenin bütçesini yaparak özgür iradesi ile tüketim yapabilsin!
Bu da kanunlarla belirlenmeli! (Yaşama hakkının devlet tarafından desteklenmesi.)
Günümüzde buna vatandaşlık maaşı denir. Zengince bazı devletler tarafından uygulanmaktadır.(Burada başka sorular sorulabilir. Devletlerin zenginliği neyle ölçülür?
Bu konuda da söyleyeceklerim var. Başka bir yazıda inşallah.)

Çalışanlar hem vatandaşlık hem personel maaşı alacaklar.
Zaten serbest üretim ve ticaret yine olacak! İnsanlar ihtiyaçları için değil, istekleri için çalışacaklar. Bu ikisi ayrıldıktan sonra, ne kadarlık bir aylık gelirin ihtiyaç olduğu yine parlamentoda belirlenir.



Günümüzde “insan neden çalışır?” sorusuna ne gibi cevaplar verebiliriz?!

1- Ailesini geçindirmek/geçimine katkı sağlamak için çalışır.( Yalnız yaşayanlar kendilerini geçindirmek için…)
2- Aslında yeterli bir geliri olduğu halde daha fazla kazanmak için çalışır.
3- Aslında yeterli bir geliri olduğu halde yapacak bir şey bulamadığından, canı sıkılmasın, toplumla kaynaşsın diye (bir iş yerinde) çalışır.
4- Üretime katılma arzusu ile çalışır.
5- Toplum tarafından “Çalışmıyor, gününü gün ediyor! Bir şey ürettiği yok! İşe yaramaz.” gibi olumsuz yaklaşımlara maruz kalmamak için çalışır.

Gördüğünüz gibi ‘sıkıysa çalışma’ dedirtecek sebeplerimiz mevcuttur.

Ne var ki, artık sanatçılar, yazarlar, düşünürler, mucitler, araştırmacılar, kendini arayanlar vs. gibi bir sürü ‘bilgi toplumu insanı’ ihtiyaçları için bile yetecek paraya razı oldukları halde, severek yapacakları faaliyetlerden gelir elde edememekten bunalmış durumda.
Bu sebepten ötürü miras, destekleyici(sponsor) gibi geçim unsuru olanlar dışındaki ‘entellerimiz’, farklı işler ile kazanç peşine düşmektedir.

Şimdilik elimizden bir şey gelmez. Fakat üzerinde durulması gereken konulardan biri de budur. Toplumun dönüşümü için daha fazla düşünmeliyiz.

İnsanların mutsuzluk sebepleri arasında en önemlilerinden biri; severek çalışamamaktır!
İş yüzünden fazla stresle eve dönen kişi, ev halkına genellikle hoş davranmakta başarılı olamaz. Stresini boşaltacak zararsız bir yöntem geliştirememiş insanların aile hayatlarının (çoğunlukla) kötü durumda olduğu görülmektedir.

Son dönemlerde halkımız arasında, “hayatın anlamı çalışmak değildir!” görüşünün hızla benimsendiğini gözlemliyorum.
Değerli yazar ve düşünürlerimizin katkıları ile bunun yaygınlaştığı açıktır. Bu doğrultudaki fikirleri yayanları tebrik ediyorum…

Daha fazla maneviyat, araştırma vs. ile birlikte birbirimizi ön yargı perdesini aşarak dinleyebilirsek çözemeyeceğimiz sorun olmaz inancındayım…

Mutlu bir toplum olmamız dileğiyle…

15 Ocak 2010

Kahve dediniz de...

Canım Grubum'dan ;

Kariyer yolunda ilerleyen bir grup yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikayetlenmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında buyuk bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak seçince, profesör şöyle söyler:

Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Şunu bir düşünün: Hayat kahvedir. İş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar.

Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.
Bazen sadece bardağa odaklanarak Tanrının sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Kahvenizin tadına varın!

En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.
Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

Basit yaşayın.Cömertçe sevin.
Birbirinize derinden itina gösterin..
Nazik olun.