19 Haziran 2009

Kolektif Sapma

Ne güzeldi! Tasasız çocuklar olarak oyunlar oynarken…
Mutlu aile tablolarında yerimizi almışken… Kalabalık da olsa okulları arı kovanları gibi doldururken… Bizlere ideal dünyayı öğretirlerken!

Küçükken büyümek, büyükken küçülmek isteyenler! Olabildik…

Hayaller kurarken ömrü tüketmenin hovardalığını da yaşadık…

Ne yapmalıydık?

Başarılı insanların hikâyelerini dinlerken “İlkokul öğretmenim beni çok iyi yönlendirdi…”, “Lisede (fizik, müzik, edebiyat, matematik,…) öğretmenim beni bu konuda destekledi…” gibi geçmişteki yönlendirilişleri imrenerek öğreniyoruz! Kendi geçmişimizi yoklarsak belki hiçbir yönlendiriliş göremeyiz. Bazılarımız ise görür. Bunlar da çeşitli boyutlardadır. Öğrencilik yıllarında okuduğumuz, duyduğumuz başarı hikâyelerini örnek almamız beklenir. Elbette gelecekle ilgili hayalleri olanlarımız can kulağıyla dinliyordu. Her ülkede, her okulda, her sınıfta ve her nesilde ideal öğretmenler var mıydı? Yönlendirilmek kaç kişiye nasip oluyor!? Bu imkandan yararlanamamışın işi daha mı zor?! Belki yetenekleri bilinmiyordu veya yoktu fakat onları ve eğilimleri ortaya çıkarmak için ne kadar uğraşılıyor!? Bir teleskopun olmadığı, astronomiden neredeyse bahsedilmeyen bir ortaöğretim kurumunda; astronomiye veya astrofiziğe hatta parçacık fiziğine eğilimi olan gençler ne yapabilir! “Hocam ben astrofizik hastasıyım lütfen beni yönlendirin! İstirham ediyorum!” dese miydi!? Lisemizdeki muhteşem laboratuarımızın kilitli kapısı neden senede iki kere bize açıldı? İçerideki her masada bulunan musluklar ile acaba ne tür bilimsel deneyler yapılıyordu?
İlgi alanları için ‘kollar’ vardı! Haftada bir mi, iki saat miyidi(?), herkes kayıtlı olduğu kola gider ve bir şeyler yaparlardı! Bu çok güzeldi! Fakat konu Bilim olunca, işler hiç de meraklı öğrencinin beklentilerini karşılayacak şekilde olmuyordu! Belki biz çok uçuyorduk! Beni tatmin mi etmemişti de ertesi yıl Satranç koluna yazılmıştım yoksa Bilim Merkezleri isimli kolun yerine Satrancı mı getirmişlerdi hatırlayamıyorum.
Neden bizim okulda küçük, ‘küçücük’ bile olsa bir teleskop yoktu? Bazı geceler meraklı öğrenciler ve idealist bir öğretmen gökyüzü gözlemleri yapabilirlerdi! Sonra öğretmen servis ile öğrencileri evlerine bırakabilirdi! Ertesi gün de zaten Cumartesi olurdu! Belki de teleskopu bize göstermediler!? Nazar değmesin diye olabilir! Ha tabi, bir de yıpranmasın, kırılmasın, müfettişler, teftiş için teşrif ettiğinde okulun çağdaş halini görebilsinler diye de olabilir… Tabi, bu ulvi amaca ulaşmak için gençlerin laboratuara girmemesi ya da az girmesi göze alınabilir! Bizim geniş gönlümüz bunu da sineye çeker…

Bize öyle, bir iki tokat attılar, oraya buraya sokmadılar diye maraz çıkarak değiliz. Pink Floyd’un meşhur klibindeki gibi okulu yakıp yıkacak değiliz. Biz anarşist değiliz. Büyüklere, hiyerarşiye saygılı, derslerine çalışan, fazla soru sormayan özel gençleriz…
İcabında, kompozisyon dersinde ne yazacağımızı, nasıl düşüneceğimizi bize öğretmenimiz anlatır biz de öyle yazarız. Kırk beş puanı ve üstünü alır, derslerimizi geçeriz… Bizden sonra geleceklere yer açarız…

O değil benim aklım TÜBİTAK’a takılıyor… Devletin kaynaklarıyla bilim ve teknik araştırmaları, destekler, yarışmalar, ödüller, sözler, vaatler… Sahi bize niye bunlar teğet bile geçmedi? Yok, ben uzay turisti olmak gibi zor şeyler istemiyorum elbette devletimden!
Hani sağda solda umuma açık bir şeyler olurdu. Öğrenciler gelir giderdi. Ortak çalışmalar yapılırdı! Rüyamda mı görmüştüm yoksa!? İhtimal…

‘Orta 1’ dediğimiz çok hassas bir eğitim-öğretim safhasında, sürekli değişen öğretmenlerimiz vardı! İş ve Teknik gibi ilginç bir dersten bize bir türlü dönem ödevini verememiş bir öğretmenimiz vardı! Fakat neredeyse her derste Bilimsel yayınları takip ettiğini, zamanını faydalı şeylerle değerlendirdiğini anlatırdı! Bazen yeni buluşları da bize haber verirdi ama şu anda onlardan bir şey hatırlamıyorum! İngilizce dersleri yaklaşık yılın yarısı kadar boş geçmeseydi ben 6. sınıfta ışığın bir atom üzerinden geçiş süresini hesaplayabilir miydim..? Çok yaramazlık yaptık sanırım! Ondan dışlandık kanımca bu yönlendirmeden, özendirmeden ve hatta desteklerden…
O yaşlarda nasıl bir çevrede ve imkânlar içinde olduğumuzu idrak ettikçe kendi çabalarımızla kendimizi yönlendirmeye ve teşvik etmeye çalışır olmuştuk! Biz kim miyiz? Bilime ve tekniğe meraklı çocuklar! Sonra destek beklediğimiz okul, aile ve devletin aslında bize köstek olduğunu da anlamayabildik. Yılmadık… Her şeyle mücadele ederek destekler ve özendirmelere devam ettik. Kendimizi kalkındırdık… Ama çok yaramaz idik çok… Altmış kişilik sınıfta, ses hızıyla matematik öğretimine maruz kaldık. Komikti! Güldük… Çok yaramazdık çok… Neyi hak ettik ki..? Türkçeyi öğrenmeden Fen dersine öğretmen olabilmiş, siyasi oyunlarını bize gerine gerine anlatan milletvekili aday adayı öğretmenlerimiz oldu. Onlara layık olamadık sanırım. Dersle ilgili ne söylediyse okuyarak söyledi! Biz de yazmaya çalıştık… Muhteşem hocamızın peşine düştüğü yaramaz bir öğrenci yerine başkasını neredeyse bayıltana kadar dövdüğünü de hatırlayabiliyorum. Hayatla ilgili derin deneyimler yaşattı bize… Çok yaramazdık çok… Neyi hak ettik ki?
Her şey böyle değildi! Kulakları çınlasın idealist öğretmenlerimden olan Gürbüz Sarıçelik, ilkokul 4. sınıfta azmetti ve kendi çabalarıyla küçük bir mikroskop getirdi sınıfa. Soğan zarını lam lamele yerleştirdi. Sırayla gözlemledik! Zannediyordum ki bütün öğretmenler böyle… Bir de Azeri müzik öğretmenimiz vardı ortaokulda! Org ile gelirdi her derse. Zamanın popüler şarkılarını çalar çalar söylerdi… Bizde eşlik ederdik… Hey gidi hey… Bir de Azerbaycan’daki kaliteli eğitimi ve iyi imkânları anlatırdı bize! Aşağılık ‘kompleks’i ne de güzel gelişmeye başlamıştı…

Milletimizin tarihinde yoksulluk, savaş ve kurtuluş mücadelelerini hatırlayıp halimize bin kere şükretmeliyiz! Fakat olanı kullandırtmayan zihniyete selam ederim!

Devlet teşkilatında çok çeşitli birimler vardır. Sanki her derde bakan biri varmış gibi…
Devletin büyüyen borçlarını, hortumlanmasını, masada kandırılmasını da düzeltecek biri var sanırsınız… Gördük ki yokmuş! Nasıl olduysa devlet asıl varlık amaçlarının öncelik sıralamasından sapmış durumdadır… Nerede kaldı fırsat eşitliği...


Devlet de kuruluş amaçlarından sapmış gibidir…

Bunların da temelinde insanların sapmışlıkları vardır!

Dünyada gözünü açan ilk insandan bu yana amaçların, önceliklerin büyük bir sapmışlığı söz konusudur!

Hayatın zorluğundan, boşluğundan, düzensizlikten ve çözülemeyecek sorunlardan bahseden nesiller yetişiyor! Varlık amacını bilen ve gelecekten de umutlu insanlar ise bu kitleye baktıkça istemeden hüzünleniyorlar.

Değil dünyanın birlik olması, bir ülkenin bile birlik olamamasını garip duygularla izliyoruz! Toplumsal sorunların çözülmesi için birlik olmak gerekir. Başka türlü mümkün değildir..!

Bari güzel bir haber vereyim belki moral olur! Bilim ve Teknik dergimiz artık okurlarından da makale alıyor. Tabi belli bir uzmanlık beklentisi ve kıstasları var. Fakat bu meseleyi ayrıntılı olarak anlatmak için sayfa ayırmasını takdire değer görüyorum!

Kolektif sapmalarımızdan hep birlikte kurtulmamız dileğiyle…

2 yorum:

şule dedi ki...

merhaba veli.siteni az önce farkettim. yazıların oldukça kaliteli. inşaallah daha geniş kitlelere ulaşma imkanın olur.seni tebrik ediyorum. yazında gürbüz hocadan bahsetmişsin bir anda okul yıllarına geri döndüm ve çok haklı yorumların var. sen her ne kadar beni tanımasanda aslında sınıf arkadaşıydık. başarılarının devamını diliyorum.

Unknown dedi ki...

Teşekkür ederim Şule!
Bu isimde bir sınıf arkdaşı hatırlamıyorum! Bu mesajı okursan, hatırlamama yardım etmeni rica ediyorum...