31 Temmuz 2009

Sosyete

sosyete Fr. société
a. 1.- Bir topluluktaki gelir düzeyi yüksek ve kendilerine özgü yaşama biçimleri olan topluluk: “Sosyetede bir kişinin etrafına toplanmak, öteki misafirleri açıkta bırakmak ayıptır.” -P. Safa. 2. esk. Topluluk, toplum, cemiyet: “Sosyetemizde yerli zenginlerden bazıları ve birkaç İstanbullu büyük memur ailesi vardı.” -R. N. Güntekin.
Güncel Türkçe Sözlük


“Gruplaşmayalım arkadaşlar..!” diyerek bütün insanlığa biri seslenecek mi acaba!? Çok önceden söylenmeliydi. İpin ucu epey kaçmış!

Hz. Âdem (aleyhisselam), Havva anamızla birlikte dünyaya sürüldüğünde ikisinden başka kimse yoktu. Çocukları olduğunda sayıları yine azdı. Torunları ve onların çocukları olduğunda göze gelecek kadar olmuşlardır… Sanırım bu noktadan sonra sosyolojideki çeşitli gruplar oluşmaya başlamıştır! Kardeşiyle pekiyi anlaşamayıp, kuzeniyle daha iyi anlaşan bir çocuk ve kuzeni, iki kişi olarak ilk özel grubu kurmuş olabilirler. Aralarında özel bir iletişim gerçekleşiyordur. Bunlar birlikte uzun zaman geçirirken, uzaklara açılırken, kendilerine has bir kültür geliştirmiş olabilirler. Yeni kelimeler türetmiş olabilirler. Bazı şeyleri keşfedip başkalarına söylememiş olabilirler. Bu iki kişi aralarına diğer kuzen ve kardeşlerinin girmesini istemiyor olabilir. Sonuçta bir alt kültür oluşturmuşlardır. Yine de aralarına katılmak isteyenler için çeşitli şartlar koymuş olabilirler. Bir kolyeyi takmak gibi… Sır tutmak gibi… Diğerlerini sıradan görmeye başladıklarında kendilerini özel görmeye başlamışlardır. Farklı olma isteği gerçekten bir içgüdü müdür acaba!? Muhtemelen ego’nun tatmin için bulduğu yollardan biridir!

‘Sosyete’nin ‘cemiyet’ anlamı vardır. Topluluk anlamında da kullanılıyor yani… Fakat mal varlığı ve soyluluk gibi özellikleri gerektiren sosyete, ancak insanların oluşturabileceği bir özel topluluktur. Çünkü mal biriktirip başkalarını kendi işi için çalıştırmak bize mahsustur!
İnsandan önce burada dinozorlar varmış anladığımız kadarıyla! Onlar da özel sosyeteler kurmuşlar mıdır? Olacak şey değil… Zekâ da gerekiyor, ego da…

Aslında özel anlamda sosyete diyerek kast ettiğimiz; zengin zümrenin eskiden başlayıp günümüze kadar devam etmiş akrabalık, iş ve kulüp ilişkileridir. Babadan çocuğa devreden bir kavram… Mal varlığı gibi sosyete ilişkileri…
Atatürk’ün bir konuşmasında “…Yeni devlet, yeni sosyete!” demesi ne ilginçtir. Muhtemelen özel anlamda sosyeteyi kast ediyordu! Yoksulluklar içinde kurtuluş savaşı vermiş ve kazanmış bir milletin dünyaya zengin ve ayakları üstünde durabilen bir izlenim vermesi için sosyeteye ihtiyaç vardı sanırım. Çünkü komünist tasarı hariç diğer tüm yaşanmış ekonomik sistemlerde zenginlik meşru bir kavramdır, fakat herkes zengin olamaz. “O halde zengin olanlar bir araya gelsin ki görüntü de zengin olsun!” gibi bir bilinçaltı tasarısı olabilir. Bu açıdan Cumhuriyetimizin Sosyetesi de 1923’lerde oluşmuş diyebiliriz… :)

Neticede bunlar sosyal ilişkidir. Zenginlik ile tartmadığımız zaman da herhangi bir arkadaşlık grubu başkalarına sosyetik gelebilir. Grubun konuşabildiği konular, gittiği yerler, kullandıkları ve kullanmadıkları kelimeler ile büründükleri hal; başkalarının gözünde ‘entel’ kaçıyorsa, o başkaları daha alt kültür düzeyindedir. Bu ayrımın oluşması çok uzun bir süreçtir.
İyi ve kötü ayrımı, kaba ve ince ayrımı, dilin iyi kullanılması ve kötü kullanılması ve bir şekilde yeni moda olarak kabul görmüş olanı giymek-kullanmak ve kullanmamak gibi ölçütler ile insanlar cemiyetler halinde sınıflanabilir olmuştur. Daha iyi konuşanlar, daha nazik olanlar, çeşitli görgü kurallarını daha çok önemseyip özen gösterenler daha sosyetik olurlar! Sosyete kelimesini biz, günlük hayatımızda bunları ifade etmek için kullanır olmuşuz… Köy sosyetesi, semt sosyetesi, şehir sosyetesi, okul sosyetesi, iş yeri sosyetesi…
Hangi cemiyete mensup olduğumuz genellikle tercih meselesi değildir. Yine de buna imkân vardır. İyi eğitim alamamış biri daha sosyetik bir cemiyete katılmak için acil olarak kendini eğitmeye kalkabilir! (Filmlerde işlenmiş konulardan.) Tersi de olmuştur! İçinde yetiştiği cemiyeti sorgularken iğrenenler de olmuştur. Onlar da, bu cemiyeti hatırlatan pek çok maddi ve manevi kavramı hayatlarından çıkarıp daha alt seviyedeki bir cemiyete katılmak istemiştir. Bunu yapanların hikâyelerini duymuşuzdur.

Halk arasında hafif öfkeli bir şekilde “amma da sosyete olmuş/lar!” gibi eleştirel yaklaşımlar gözlenir! Ben bu tarz bir şey söyleyeceğim zaman ya da içimden geçirdiğimde aslında kişinin yapmacık davrandığını kast ederim. Kimileri ise üst kültürlere garez beslediği için söylüyor olabilir. Gerçekte toplumun bu şekilde farklılaşmasının faturasını kimseye çıkartamayız. Doğal sosyeteye saygım vardır. Ne olursa olsun herkes kendi kaderini yaşar. Onun doğup büyüdüğü yeri kimse seçmedi! Herkes kaderin oyuncusudur… Kendi rolümüzü oynarız. Genel olarak yapmacık tavırlar içinde olanlara, yani ait olmadığı bir cemiyettenmiş gibi davrananlara karşı, böyle davranmayanlar tepki duyar. Bu açıdan zoraki sosyete diye bir kavram daha ekleyebiliriz.

Diğer yandan, romanlardan birkaç yüzyıl öncesinin sosyetelerini okudukça yapmacıklığın onların en önemli unsuru olduğunu görürüz. Gerçekte düşünmediği bir şeyi, ya da önemsemediğini önemsiyormuş gibi konuşmak, sürekli gülümsemek… Bunları bize aktaran yazar da aslında bu tavırları küçümsemiş oluyor. Cemiyetin buluştuğu eğlencelerde herkes yapmacık tavırlar takınıyor! Eğlence bittiğinde ise problemli, bunalım ve saçma işlerle dolu hayatlarına geri dönüyorlar…
Yapmacıklık kötü bir şey değil miydi!? Çok yaygın olduğu için soruyorum! Akrabalık ilişkilerinde de olması çok hazin…
Mevlana’nın ‘görünmek’ ile ilgili meşhur sözü bu noktada devreye giriyor ama sosyeteler bunu tatbik ederler mi!?

Diğer bir mesele de farklı cemiyetlerden iki insanın aynı ortamı paylaşması. Çeşitli vesileler ile kaderin cilvelerine muhatap olmuş iki farklı cemiyet insanı konuşmak hatta iş yapmak mecburiyetinde kalabiliyorlar… Eğer arada fazla uçurum yoksa iki taraftan birinin çabası durumu kurtarmaya yetiyor. Fakat bazen çok fark olabiliyor! Eğer ikisi de aklı başında insan ise dil ve tavırlarda ortada buluşmak için gayret gösterirler. Fakat her türlü bu durum stres sebebidir…

Sonradan Görmelerin Sosyetelerini de unutmayalım. Yapmacıklıkta ustalaşamamış kesim. Bunlar da eski cemiyetinden kalan bazı ilişkilerini yürütmek zorunda kaldıklarından surat asıyor. :) Doğal sosyeteye mümkün mertebe karışmaya çalışmaları acıklıdır! Melez sosyeteler çağındayız. Yine de doğal sosyetesine sahip çıkanlar olduğunu biliyoruz. Ne yapsak acaba; bunları desteklesek mi !? :)
İlgili bir deyim;
“Davul bile dengi dengine çalar!”

Bir çıkarımda bulunursak; cemiyetler genişledikçe kaliteleri düşer…

Herkes kendi sosyetesinde kavrulsun derim…

İlgili bir şiirim:

İnsan dediğin var ya;

Biri tohum serpse tarlaya,
Tohumlar filiz olduğunda
Birbirlerinin yerlerini kıskansalar
Acayip olur ya!

Bizimki o hesap.

Tarlanın diğer ucundaki ‘falancanın’
Yeri ve keyfi çok iyiymiş!
Bizimki kötü!

Biri de bizim tarafa imreniyormuş!
Oradan güzel görünüyor da ondan.

Hiç yorum yok: