26 Temmuz 2009

Vejetaryenlik Ve Bir Manifesto

Önce türlerini öğrenelim!
sozluk.sourtimes.org’dan edindiğim bilgilere göre :

Vegan: Katı vejetaryen olarak da nitelenen bu grup, hayvanlardan elde edilen tüm gıda ve ürünleri kullanmayı reddederler. Buna süt, yumurta, bal ve jelâtin gibi gıdalar dâhildir.( E 441 kodlu gıda katkı maddesi olan jelatin, sığır ve balık gibi hayvanlardan elde edilen, hayvansal kaynaklı bir proteindir. Jelatinin %83'ü protein, %15'i su ve %2'si de mineraldir.) Veganlar genellikle deri, yün, ipek gibi hayvansal ürünleri de kullanmazlar. Bu kişiler, insanların kendi zevk veya ihtiyaçları için hayvanların kullanılması fikrine karşıdırlar.

Lakto-Ovo vejetaryenler: Hiç bir hayvan etini yemezler, ancak yumurta ve süt ürünlerini tüketirler. Kuzey Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre, vejetaryenlerin %90-95’i bu gruba girmektedir. (lakto:süt, ovo:yumurta anlamındadır.)Lakto vejetaryenler: hayvan etini yemedikleri gibi, potansiyel bir hayata son veriyor olma kaygısıyla yumurta tüketmekten de kaçınırlar. süt ve süt ürünlerine yasak yoktur .Ovo- Vejetaryen: Süt tüketmeyip, yumurta yerler.Pesketaryen: Hayvan eti olarak sadece balık tüketirler.Semi-Vejetaryen: Kırmızı et yemeyen fakat beyaz et yiyenler.Fruteryan: Bunların sayıları çok azdır. Bitkilerin ve ağaçların meyvelerini yiyerek yaşarlar. Besinleri pişirmeden yerler. Bunun sebebi besinlerdeki hayat enerjisi (vitamin vs.) pişirildiğinde çoğunun yok olduğu veya azaldığı içindir. Çiğ beslenme: Veganlar gibi beslenmekle beraber, çiğ beslenenler doğaya ve yaşama saygılarından dolayı pişirilmiş ya da sağlığı buzulmuş besinleri tüketmezler ve sadece doğadaki haliyle çiğ olarak yenebilecek şeyleri yerler. Çiğ beslenenlere göre; ‘sadece insan, besinlerini bozarak, doğal halini değiştirerek tüketir…’Makrobiyotik: Yin ve Yang değerler arasında denge kurarak ruhsal, zihinsel ve fiziksel yönden doğa kurallarına uyarak beslenme ve sağlıklı kalma düşüncesinden kaynaklanır. Makrobiyotik diyette yenen besinlerin yüzde 70–90’ı tahıl, yüzde 30–10’u sebze ve meyvelerden oluşur.

Yazan: narkissos

Vejetaryenler B12 vitamini hariç bütün vitaminleri doğadan alabilirler. B12 vitaminini ise (endüstrileşmiş meyve/sebze sektöründen önce) bazı bakterilerin ürettiği ve bitkilerin üzerinde kalan haliyle alabilirler. Bütün bitkiler az ya da çok proteine sahip olduğu için; vejetaryenler (büyük bir yanılgı olan) protein yetersizliğine de maruz kalmazlar.
Kendine dikkat eden hiçbir vejetaryen ikide bir hasta olmaz. Et yiyip sağlıklı yasadığını söyleyen insanlardan daha az hasta olan vejetaryen çoktur.

Yazan: ulver

Kıymetli sanatçımız İbrahim Tatlıses’in sıkça tekrarladığı bir tümce vardır: “Saygı Duyuyorum!”
Bunu tekrarlamasının bir sebebi olarak sıkça söz dalaşına girmesini görüyorum.

C ve Sistem Programcıları Derneği’nin çok kıymetli hocalarından Necati Ergin’di yanlış hatırlamıyorsam, bir manifestoyu kendi sitesinde yayınlayan. Şimdi açılmıyor! Umarım tekrar yayına geçer… (http://www.nergin.com/)
Vejetaryen Manifesto’yu okurken kafama doğru gelen taşlara maruz kalmıştım! Çok ağır yazılmış!
Biz epey aşağılık varlıklarmışız... Okudukça bu fikre kapılmamak işten değil! Ancak et yiyen insanların bu durumu ideolojilerine mal edebildiler ise sorun yok! Manifestonun saldırdığı tarafta olmak cevap hakkı doğruyor. Ben de saygı duyarak başlayayım…
Dünyada mevcut taraftarları olan çok akım var! Objektif bakabilirsek hepsine ‘Saygı duyarız!’.
Saygı duymak için çaba göstermek gerekir. Elbette saygı duymak zorunluluk değildir. Onu göstermek zorunluluktur! Toplum ancak saygıyla devamlılığını korur. Bu kadar çeşitli akımlar, inançlar varken saygı göstermek önemsiz olamaz! Vejetaryenlerin duygu temelli felsefelerini öğrendiğimde belli bir saygı duydum. Fakat mantık temeli bulmam gerekiyor gerçekten saygı duymam için… Ne mantığı!?

İnsan mutlak olana doğru sürekli bir yolculukta(sorgulamada) olmalıdır! Bu, akıl sahibi olmanın getirdiği bir sorumluluktur. Aklın ulaşmak için çabaladığı ‘Mutlak’ ; son durak olan, ezeli olan, bitmeyen, amaçları belirleyen, kanunları koymuş olan ve her sorunun tek doğru cevabını bilen varlıktır.
Varlık âleminde mutlak kavramı var olduğundan, insan için tartışma ve ayrılma konusu olan her şeyin de en doğru cevabı bir tanedir! Akıl bu süreçte yalnız kalamadığı için çeşitli noktalarda saplanabilir! Mutlak olanı ‘arayan akılları’ farklı noktalarda saplanmış insanlar tartışır ve ayrışır…

Başka bir konu;
“Ben senin yerinde olsaydım…” diye başlayıp, empati kurduğumuzu zannederek ne yapacağımızı söylememiz fantezidir. Bilincin, beden değiştirmesinden bahsetmektir! Sadece bilinç de değil, beynin de değişmesi lazım! Bazı konular henüz açıklanmadığı için belki sadece beynin değişmesi yeterli olabilir! Çünkü mevcut bilgilerimize göre hafıza, beynin bir hizmetidir! Belki bilinç herkeste birebir aynıdır! Eğer öyleyse burç gibi doğum zamanıyla belirlenen karakter kısmının da beyinde olduğunu varsayarsak beynin değişmesi yeterli olur! Bu fantezi değil de nedir! İlginç ve bilinmezlerle dolu bir konuya temas edişimi mazur görün! Empati gereklidir, fakat çoğunluk tarafından başarılamadığı halde başarılıyormuş gibi söylenmesine karşıyım. Ayrıca yerinde olsaydım meselesi gerçekte mümkün olmadığı için buna en yakın makul seçenek ‘Bendeki akıl sende olsaydı, şöyle şöyle yapardın!’ anlamı çıkarmaktır… Bu hali de varsayımlarla ayakta kalır. Kimin aklı daha fazla! Tecrübeleri ayırabildik mi akıldan! “Benim tecrübelerim ve aklım sende olsaydı…” İyi de belki ben senden daha tecrübeliyim! Benim her yaşadığım anı biliyor musun ki! Aklımızı da karşılaştırmış değiliz! IQ testi mi yapacağız! Benim aklım seninkiyle aynı şekilde mi çalışıyor? Farklı şekilde çalışıyorsa, bu zeka testi iş görmez ki!

Vejetaryenler için empati kurmaya çalıştık da, sadece onların felsefesini öğrenmiş olduk! Zaten onlar bizim için empati kurma zahmetine girmemiştir çünkü normalden farklı hale sonradan geldiler! Yani eskiden sürünün bir parçasıydılar ‘istemeden’! Sonra bu felsefeyi benimsediler ve özel oldular. ‘Az’ yani! Sonra onların seviyesine çıkamamış insanlara hakaret etmeye başladılar! İşte bu yüzden, onları da empati kurmak için çaba göstermeye davet ediyorum.

Bakın biz et yemekte ısrar edenler neler düşünüyor;

Mutlak olanı arayan insanlar olarak, önce en temel sorulardan başladık! Biz kimiz? Gerçekten var mıyız!? “Düşünüyorum! O halde varım!” dedi Descartes. Hak verdik kendisine! Bunu temel aldıktan sonra; neden ve nasıl var olduk!? Bu noktada ‘üç kol’a ayrıldık! Bir kısmımız “Bizi mutlaka bir varlık yaratmıştır!” dedik! Bir kısmımız “Hayır! Öyle bir şeye gerek yok! Hatta zaten böyle bir varlık yok!” Dedi… Bir kısmınız da “Bunu henüz bilemeyiz!” dedi…

Mutlak olanı aramakta olan aklımız iç ve dış engellere karşı aynı mücadeleyi verebilmiş olsaydı, ya da aklımızı bu yolda azimle kullansaydık aynı sonuca ulaşırdık! Bunu başaramadığımızdan, insanlık olarak ayrışmış olduk… Fakat hepimiz biliyoruz ki bu üç önermeden bir tanesi mutlaka doğru! Diğer ikisi yanlış… (Bilinemezcilerinki de bir önermedir. Çünkü diğerleri bilinebildiğini iddia ediyor! Hiç önermesi olmayanlar da var… Oranları çok az olduğu için pek önemsenmezler! Zaten onlara onlardan başka kimse değer vermemektedir…)

Bu ayrışmadan sonra sorduğumuz soruların çoğuna, ayrıldığımız inançlarımızı referans alarak cevaplamaya çalıştık! Bilim açısından bunun sağlıklı olmadığını her kesimin her fırsatta dile getiriyor olmasına rağmen henüz üstü örtülü de olsa bunu bırakmış değiliz…

İdeoloji dediğimizde, dini inanç ve bunun desteklediği temel prensipler akla gelir. Bizim kimlerden olduğumuzu gösterir bazen. (‘Bir kişi’nin savunduğu ideolojilere pek rastlanmaz.)
Hayata bakış açımızdır bir yandan!

“Güneşe bakanlar!” diye küçük bir aile tarikatı haberi vardı bir ara! Hem de Türkiye’de! Bunlar belli sürelerde Güneşe bakıyorlar! Aydınlanmanın başka yolu yokmuş onların liderine göre!

Ne dersiniz!? Saygı duyulmalı mı!? İsteyen duyar, isteyen duymaz ama göstermeli..!

Esasında ideoloji sahibi insanlar diğerlerine karşı saygı duyamazlar! Dahası; ‘ne halleri varsa görsünler’ yerine “Saygı duyuyorum!” denir. Bunu söylemekle bir çeşit saygı gösterisinde bulunuruz… İdeoloji şaka değildir! Gerçekten bizimkiyle zıt olan ideolojileri savunan insanlara saygı duyuyorsak, kendi ideolojimize saygısızlık etmiş oluruz! Ben kendi ideolojimi, ona saygısızlık etmemek için çaba gösterecek kadar çok benimsemişimdir… Eminim benim gibiler çokçadır… :)

Manifestoda hocamızın saldırı niteliğindeki saygı göstermekten bahsedilemeyecek cümlelerine saygı duymak durumunda mıyız!? Saygısızlık gördüğümüzde ne yapmalıydık!? Bunun da mutlak cevabını bulmalıyız…

Neden başka canlıların etlerini ve ürünlerini yemeyelim!? Duygusal açıdan; Pek çoğunun aynı bizim gibi iki gözü var! Beyni var! Mide, ciğer, kol-bacak vs… Onlar da aile ve diğer sosyal ilişkiler ağında yaşıyorlar! Fakat bir böcek ile bir ineği aynı kefede değerlendirmeyiz! Bizimle görece daha çok ortak özellikleri olan canlılara daha çok acırız! Küçüldükçe önemleri de azalıyor çoğunluğun gözünde! Tek hücreli canlıları ise zaten göremeyiz günlük hayatımızda! Onlar bizden hiç saygı beklemesin! Vejetaryenlerden bile…
Bu duygusallık kendi türümüze karşı olan akrabalık duyguları temelinde gelişmiştir sanırım! Yamyamlık nadir rastlanan bir tercihtir. (Çinlilerin yamyamlıklarını öğrendikten sonra bu oranın epey artmış olduğunu düşünebiliriz…)


Biz hem etobur hem otoburuz. Biz sayısını bilemediğimiz canlılardan biriyiz! Canlılık doğanın en ilginç özelliğidir. Bizim varlığımız bu ilginç özellikle ilgilidir. Bu özelliğin devamlılığı ise ekosistemler ile gerçekleşmektedir. Ekosistemde çok çeşitli boyutlarda ve özelliklerde nice canlının bir birlerine yem olması vazgeçilmez bir sistem özelliğidir! Yani doğa dediğimiz bizi büyüleyen muhteşem ‘şeyde’ aynı zamanda canlıların diğerleri tarafından yenmek için öldürülmesi, ölmüş halinin de mümkün mertebe ayıklanması düzenlenmiştir. Virüs sebebiyle hastalıktan ya da yaşlılıktan ölmüş bir ceylanın üstüne üşüşenlerin sayısı çok fazladır! Tek hücreli canlılar, leş yiyen kara ve hava hayvanları… Mikro organizmalar ‘molekül yığını’ halinde ki ölmüş hücrelerin tekrar toprağa kazandırılmasında en önemli işlevi görürler!

İnsan da bir ekosistem canlısıdır! Bedeni bu gezegenin moleküllerinden oluşmuştur! Fakat özel bir konumda olduğuna inandığından ölmüşleri olduğu gibi toprağa atmaz. İnançlarına uygun gömer! Neticede pek çok gömülme şeklinde yıllar sonra geriye sadece kemikler kalır.
Biz vejetaryen felsefeyi diğer canlıların da benimsemesini isteyebiliriz! Ama bu mümkün değildir! Onlar duygusuzlukları yüzünden etobur olmadılar! Aslan gibi pek çok canlı acıktığı zaman yemek için saldırır. Karnı doyduğunda yanından koca bir sürü ağır ağır geçse saldırmaz…

Ekosistemi aslanın duygusal tercihleri belirlemedi! Hiçbir canlı etken değildir bu sistemde! İnsan öyle zanneder! Her şey edilgendir… Neden sonuç ilişkileri evrenin bir karakteristiğidir… Biz yemezsek başka canlılar yiyecek! Mikro organizmalar ölmüş olanları görmezden gelebilir mi?
Diğer canlılar birbirine bu ‘insansı duygusal saygıyı’ göstermeye kalksa ne olur dersiniz!? Ortalık ölmüş hayvanların cesetleri ile dolar. Pek çok canlı türü kısa sürede yok olur! Topraklar verimliğini kaybetmeye başlar. Bitki türleri azalır. Atmosferin de karışım değerleri değişir. Bekleyen son ise toprağın, hiçbir bitkinin yetişemediği bir hale gelmesidir. Bu da kalan canlıların gıdasız kalmasına sebep olur. Yani dünyada canlılık yok olur…

Başka canlıları yememek gibi bir saygı gösteriş ile ekosistemlerin bozulmasına yol açan bir süreci desteklemiş oluruz! İnsan kendisini ekosistemlere ihtiyaç duymayacak şekilde hayatta tutmayı öğrenecek gibi görünüyor! Fakat diğer canlıların böyle bir alternatifi yok.
Ölmeyecek canlı yoktur. Hepsinin ortalama ömrü vardır. Bir canlının ölme zamanı tesadüf müdür!?
Değilse kim veya ne belirler!? Beş gün daha yaşaması, bir yıl daha yaşaması kimin taktiridir!? Sadece hayatta olmak mıdır önemli olan! Varlığı bir amaç uğruna mıdır!? Ölmesi yaşaması kadar kıymetli midir!?

İşte inançlarımızdır bu soruları cevaplayan… İlahi dinlere göre yaşamak ve ölmek eşit değerli olaylardır. Hepsinin yeri ve zamanı ayrıca amacı bellidir! Belirlenmiştir… Ekosistemin bir parçası olmak kötü bir şey değildir. Canlılara saygı duyarak onların yenmemesi düşüncesi diğer yandan ekosisteme saygısızlık göstermek anlamına gelir. Bunun devamında, yani en yaygınlaşmış halinde ise canlılığın sürekliliğine vesile kılınmış neden-sonuç ilişkisi olan ekosistemlerin yok olması vardır… Peki vejetaryenler bu açıdan düşünmediler mi!? O zaman vejetaryenlerin çoğu ‘ilahi dinler’den hiç birine inanmıyor sonucuna ulaşırız!?
Üstelik İslam dininde hangi hayvanların, hangi şartlarda nasıl yenebileceği bizlere bildirilmiştir. Gelişi güzel bir mesele değildir! Kesilmesi müsait olan bir hayvan, Allah’ın adı anılmadan kesildiyse o yenmemelidir! Mundar olmuştur! Havyan mümkün olduğunca acı çektirilmeden öldürülmelidir! Demek ki bu işte hem yaratıcıya hem ‘kesilecek’ hayvana saygı gösterilmesi mecburiyeti vardır!
Üstelik bizim bu seçimlerimiz ekosistemlerimiz ile uyum içindedir! Sizinki ise öyle değil!
İnançlarımız gereği yapmamızın uygun olduğu bir şeyi yapmamıza karşı neden saygı göstermiyorsunuz!? Hani siz kendinizi daha uygar ve özel görüyordunuz!? Manifestoda okuduklarımızda sizde böyle bir seviye göremedik! Sizin açınızdan uygun olmayan bir şeyi kendi inançlarının usulüne göre yapan kimselere saygı göstermek çok mu zor!

Bu açıdan bizim gözümüzde; yeterince düşünmeden, ithal felsefeleri benimseyen bir avuç insansınız! Kendi içinizde ayrıldığınız o komik hezeyanlara girmiyorum...
Cem Yılmaz’ın esprisindeki : “İki tütsü aldım, yoga yaptım!” diyenden ne farkınız var!?

Sanayideki duyarsızlığımız ölçüsünde doğanın dengesini bozduğumuz için kendimizi lanetleyip duruyoruz. Düşüncesizlik dediğimiz nedir!? Saygı duymaktan benimsenmiş bir felsefenin aslında saygı duyulan şeyin yok olmasını desteklemek anlamına geldiği paradoksa garp olmuş insanların bu halleri düşüncesizlik değil midir!?

İşte biz et yiyenler böyle düşünüyoruz. Fakat sizlere karşı, sizin bize göstermediğiniz kadar saygı göstermeye çalışacağımıza -en azından kendi adıma- söz veriyorum.

Hiç yorum yok: